Menu
 

Şefaat izni
Daha önceki önceki makalemizde Kur'an da Şefaat Var Yok-Çelişkisine şurada cevap vermiştik.

Kuran’daki sekiz ayette geçen "illa /istisna" meselesini ele alalım. İstisna zaten “‘El-istisnâü ke’l-adem” kuralı gereği; yok hükmündedir. Kuran ‘ 26 ayetin tamamı “şefaat yoktur” şeklinde menfi olup, şefaati bütünüyle Allah’a has kılıyorsa’ -ki böyledir- bunu esas almak zorundayız. Şimdi içinde istisna bulunan söz konusu 8 ayete geçelim. Maalesef şefaati İslama dâhil etmeye çalışanlar, aşağıda göreceğiniz gibi ayetleri Kuran’ın bütünlüğünden koparmışlar, ayetlerin siyak-sibakını dikkate almamışlardır. Görüleceği üzere bu ayetlerin çoğu müşriklerin ahirette şefaat beklentilerini reddetme sadedinde gelmişlerdir.
1- “Her ne kadar göklerde pek çok melek varsa da, onların şefaati (hiç kimseye) en ufak bir fayda sağlamayacaktır. Onların şefaati, ancak Allah’ın izin vermesi halinde, O’nun dilediği ve razı olduğu kimseler hakkında söz konusu olur” [Necm, 53/26]
Burada geçen ‘melekler’ Mekkeli müşriklerin, hâşâ Allah’ın kızları ya da, Allah’ın haremi olarak kabul ettikleri, şefaatlerini umdukları aracılar/şefaatçilerdir. Ayetin bağlamı zaten Mekkelilerin batıl inançlarını, dişi melek inancını ve meleklerin şefaat edeceği anlayışını reddetme üzerinedir. Yani Mekkeli müşrikler “şefaat edecek melekler inancı” yüzünden müşrik olmuşlardır.
Kaldı ki bir önceki ayet bile; ‘Yoksa insan (hakikatin) kendi arzu ve isteğine bağlı olduğunu mu zannediyor? Ya da her dilediğini elde etme hakkına sahip olduğunu mu sanıyor?’ şeklinde olup, hakikat sizin isteğinize göre değil, Allah’ın bildirdiği üzeredir. Sizin canınız, keyfiniz şefaat istiyor diye, Allah böyle bir şey takdir edecek ya da etmiş değildir. 28. ayet ise; ‘Onların bu konuda hiçbir bilgileri olmadığını, yalnızca zanlarına uyduklarını ve zannın asla gerçeğin yerini tutmadığını’ bildirir. Yani, illa istisna edatı ile şefaat arayanlara ayetin bağlamı, başka kapıyı göstermektedir.
2- “Kimse şefaate kavuşamayacak, ancak / illa Rahman (olan Allah ile yaptığı iman) sözleşmesine sadık kalanlar hariç.” [Meryem, 19/87]
Şefaatçilerin en çok çarpıttıkları ayettir ki, ayetin içinde bulunduğu pasaj baştan sona müşriklerin şefaat beklentilerini boşa çıkarmak üzerinedir. Kişinin imanı ve ameli Allah ile yaptığı ahdi/sözleşmesidir. “O Rahman ile ahitlerine / verdikleri söze sadık kalanlar dışında hiç kimse şefaate nail olamayacak” demektir. Yani birilerinin şefaatçi (!) olacağına dair bir işaret var mı? Ayetin ana teması; Ey Kâfirler! Sizin şefaatini umduğunuz ilahlarınız O’nun huzurunda şefaate mâlik olamazlar. Sizi kayırmaya güç yetiremezler. Ayet; şefaatçiler tarafından çarpıtılarak “Allah’ın nezdinde, Allah’tan ahd / söz almış olanların dışında kimse şefaat edemez” şeklinde çevrilmektedir. Oysa kim Allah ile şefaat edebilme konusunda sözleşme yapmıştır? Ayetin bağlamına bakarsak; 77-8. ayetteki sorunun cevabı yukarıdaki 87. ayette verilmiştir. Bu on bir ayetlik pasaj özetle şu şekildedir; ‘Ayetlerimizi inkâr eden, üstelik servet ve evlat bana verilecektir, diyen kimseyi görmedin mi? O kendisine gaybın sırlarının açıldığını mı düşünüyor, yoksa Rahman olan Allah ile bir ahd / sözleşme mi yapmıştır? ...Onun malı ve evladı bize kalacak, o bize tek başına gelecek. Muttakiler ise öyle mi? Onlar Allah’ın huzuruna elçiler/değerli konuklar gibi alınacaklar. Mücrimler, belki kendilerine şefaat ederler diye birilerini ilah edindiler. Ahirette bu ilahlar/şefaatçi zannettikleri kimseler onları terk eder…Şirk gibi affedilmez cürüm işleyen mücrimleri sürüler halinde cehenneme süreriz. İşte o gün kimse şefaatle kurtulamaz…Ancak ahdine / iman sözleşmesine sadık kalan, salih amel işleyenler hariç.’ Devamındaki ayetlerde de müşriklerin ‘melekleri Allah’ın kızları, Hıristiyanların İsa’yı O’nun oğlu’ demek suretiyle O’na evlat nisbet etmeleri, bu çocukların onlara şefaat edeceği beklentileri kınanmakta, melekler de, İsa’da O’nun huzurunda O’nun kulları olarak toplanacakları, Bu müşriklerin her biri de, yanında şefaatçisi filan olmaksızın kıyamet günü tek başına gelecekleri haber verilmektedir. 3- “O gün Rahman'ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu (iman ahdine sadık kalan) kimselerden başkasına şefaatin hiçbir yararı olmayacak.” [Taha, 20/109]
Allah bir kimseden razı değilse veya ona şefaat edilmesine izin vermez ise, o kimse kesin bir şekilde şefaatten mahrum kalacaksa, bazılarına farz-ı muhal şefaat etme yetkisinin verilmiş olması ne anlam ifade eder? Şefaat yetkisi var (!), amma Allah onlarınkini kabul etmiyor! Ayetin “O Allah onların geçmişlerini (yaptıklarını) da, geleceklerini (yapacaklarını) da biliyor.” [Taha, 20/110] şeklinde devam etmesi çok anlamlıdır. O şefaatçi zannettiğiniz kimseler ne biliyorlar ki! Bilmedikleri kimselerin, hiç bilmedikleri günahları için nasıl aracılık etsinler? Bu olacak şey değildir. Çünkü; Ancak Allah’ın bilmediklerini bilen kimseler olmalı ki, o konuda işin iç yüzünü açıklayıp, Allah’ı ikna etmiş olsun. Cezadan vazgeçirsin. Ayet, “şefaatçi”den değil, “şefaat edilecek kimselerden” bahsetmektedir. Ayetteki “men”; bazılarınca şefaat edecek kimseler olarak anlaşılmıştır. Halbuki, bu ayetin siyak ve sibakına (bağlamına) ve Kur’an ’ın bütünlüğüne tamamen aykırıdır. Ayet zaten, “O gün şefaat fayda vermez” şeklinde başlamakta. Buraya nasıl olur da şefaatçilerin şefaati fayda verir” cümlesi ilave edilebilir? Şefaat olmadığına göre şefaatçi de olmaz. Yani şefaatçi yok ise, şefaat de yok demektir. Şefaat olsa bile bu ancak Allah’ın kendilerinden razı olduğu kimselere, kendisinin şefaat edilmesine müsaade ettiği kimselere olur. Ayetin bağlamı yine kıyamet gününün o dehşetengiz halini tasvir etmektedir. ‘Sura üflenecek, mücrimler morarmış olarak toplanacaklar, İsrafil’in davetinden kaçamazlar, O’nun azameti karşısında sesler kısıldığı, insanların fısıltı ile konuşabildiği bir andır. Yüzler Hayy’ul-Kayyum olan Allah’ın huzurunda yere bakmaktadır. Zulüm (şirk) ile gelen kesin kaybetmiştir’. [Taha, 20/102-11] Nerde ortaya çıkıp konuşabilecek şefaatçiler? Şu manzara karşısında kimin haddine, ‘Binlerce müridime şefaat edeceğim’ diyebilmek! 4- “Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberlere, ‘Şüphesiz, benden başka hiçbir ilah yoktur. Öyleyse yalnızca bana ibadet edin’ diye vahyettik. Yine de (onların takipçileri arasından) ‘Rahman çocuk edindi’ diyenler çıktı. O böyle şeylerden münezzehtir. Aksine (kız evlat diye niteledikleri) o melekler ilahi ikrama mazhar olan kullardır. Onlar, kendi sözlerini O’nun sözünün önüne geçirmezler. Sadece O’nun talimatıyla hareket ederler. O, onların bildiklerini de bilir, bilmediklerini de. Ki zaten onlar, O’nun hoşnut ve razı olmadığı hiç kimseye şefaat edemezler. Çünkü herkesten önce onların kendileri Allah’ın karşısında tir tir titrerler. Onlardan kim ‘Ben de Allah’ın dûnunda bir tanrıyım’ derse onu cehennemle cezalandırırız. Zalimleri (hem şefaat hakkını kendinde gören küçük ilahları, hem de bunları şefaatçi edinen müşrikleri) işte biz böyle cezalandırırız.” [Enbiya, 21/25-9]
Bu ayetten sonra da kişi hala Allah’tan gayri şefaatçi ararsa ona ne demeli? Çünkü; ayet çok açık, çok net bir şekilde, şefaat etmeye kalkışanları ‘Ben ilahım’ demekle, onları şefaatçi edinenleri de, onları ilah edinen kimseler olarak niteledi. 5- …O’nun yanında şefaat edecek kimmiş bakalım?, O izin vermedikçe…” [Bakara, 2/255]
Bu ayetteki ‘men’ edatı; istifhami inkarî’dir. Bu soru tarzı, bir şeyin yokluğunu pekiştirmek için kullanılır. Yabancı birine, ‘Ben senin baban mıyım?’ şeklinde sorulan bir sorudur. ‘O’nun yanında şefaat edecek kimdir?’ sorusu da bu tür bir sorudur. Bu bir meydan okumadır. ‘Kimmiş o, ya da ‘kim buna cüret edebilir’ anlamındadır.
[1] Buradaki istisna; şefaate izin verileceğini ispat için değil, tam aksine şefaatin olmadığını bildirmek için, nefy içindir. Şefaatçi olacağı zannedilen kimselerin böyle bir izninin bulunmadığını, Allah tarafından böyle bir yetkiyle donatılmadıklarını ifade etmek için getirilmiştir. Özetle; hiç kimse O’nun yanında şefaat edemez demektir. Şefaat var diyenler, bu ilahî kelamdaki azardan, tehditten sonra buyursunlar, O’nun katında kimlerin şefaatçi olduğunu Allah’a söylesinler. Allah cevap bekliyor. Yalnız getirdikler delil Kuran’a eşdeğer olmalı. Ki bu meydan okuma, “ayet-i kürsi” olarak bilinen, Allah Tebârake ve Teâlâ’nın kendisini en güzel şekilde tarif ettiği ayetin içindedir.'Herkes yaptığının tam karşılığını alacaksa -ki; Kuran baştan sona bu hakikati haykırır- şefaate, adam kayırmaya ne gerek var? Yani şefaat yalnızca merhameti gazabını /öfkesini geçmiş olan Erhamü'r-Rahimin olan Allah'ın. O'nun izin vermediğine, sözüne sadık kalmayıp razı olmadıklarına şefaat yok. Öyleyse ondan başka bir şefaatçiye ihtiyaç da yok. Zaten bir ayetin devamında “O, onların (şefaatçi kabul ettikleri kimselerin veya şefaat umanların) yaptıkları ve yapacakları her şeyi biliyor…” Şefaatçiler (!) insanların her şeyini, gizlisini, saklısını, niyetini vs. bilemezler ki! Yanlış, eksik bildikleri şeylerle başkasının günahını affettirmeye çalışsın, Allah’ım işin aslı senin bildiğin gibi değil desin! Ayetin öncesi de; “Yerlerde ve göklerde olan her bir şey O’nundur” şeklinde olup, Allah’ın azametine vurgu vardır. Şimdi hangi vicdan sahibi, bu iki cümle arasına, “falanca, filanca şefaat edecek” diye bir hüküm sıkıştırabilir? Her şeyin sahibi ve her şeyi bilen Allah’ın yanında “kimmiş şefaat edecek bakalım?”
Kaldı ki, bu ayetin bir öncesinde Bakara/254. ayette müminler uyarılmakta, hiç alış verişin, dostluğun fayda vermediği, hiç bir şefaatin olmadığı gün gelmezden önce mallarından infak etmeleri emredilmektedir. Yani Allah bir ayette farklı devamındaki ayette farklı konuşan, ne dediğini bilmez biri midir? Haşa ve Kellâ!
6- “Allah katında, O'nun izin verdiği kimselerden başkasına şefaat fayda vermez. Kalplerindeki (Allah kime şefaat edecek, kime etmeyecek şeklindeki) korkuyu giderince, (şefaat bekleyenler) ‘Rabbimiz sizin hakkınızda ne buyurdu?’ diyecekler. Onlar da; ‘hakikat neyse onu / herkes neyi hak ettiyse onu...' diyecekler…” [Sebe, 34/23]

Ayet açık bir şekilde, şefaatçi’den değil, şefaat edilecek kimseden bahsetmektedir. “Allah’ın yanında, O’nun izin verdiklerinden başkasına şefaat fayda vermez”. Dördüncü madde de gelen, (O melekler), O’nun hoşnut ve razı olmadığı hiç kimseye şefaat edemez. [Enbiya, 21/28] ayeti de; şefaat edilecek kimselerin de ancak Allah’ın kendilerinden hoşnud ve razı olduğu kimseler olduğunu ilan eder. Böyle kimselerin de zaten şefaate, kayırmaya ihtiyacı yoktur. Bu ayette geçen ‘limen’in hem şefaat edeni, hem de şefaat edileni kastetme ihtimaline binaen, Allah’tan gayri şefaatçi olsa bile onlar da haktan başka bir şeyle hükmedemeyeceklerdir. Onlar yaşamları boyunca ‘zulme rızanın zulüm olduğunu’ benimsedikleri, zulmün her çeşidinden nefret ettikleri için adaletle hükmedeceklerdir. Ayetin yine önü, ardı müşriklerin ilah anlayışlarına reddiye şeklindedir. 22. ayette; ‘Allah’ın dışında ilahlık verdiğiniz o zavallıların ne yerde, ne gökte zerre kadar bir gücü yoktur. Onların Allah’ın mülkünün idaresine katılmaları söz konusu olmadığı gibi, Allah kendisine bir yardımcı da atamamıştır’. Nasıl olur da bu ilahlar, şefaatçiler insanın ebedi hayatının belirlendiği, en hayati meselede karar mekanizmasına müdahale eder ve sonucu değiştirebilir?
7- “O'nun dışında yalvarıp yakardıkları (Hz. İsa ve diğer peygamberler gibi) kimseler (hiç kimseye) şefaat etmeye mâlik değildir. Ancak hakka şahit olanlar (var ya, işte sadece bunlar) bunu bilir.” [Zuhruf, 43/86]
Şefaat; hakka şahitlik edenlerin bildikleri gibi Allah'a aittir. Onlar kimin şefaate malik olduğunu bilirler. O da yalnızca Allah’tır. Şefaatin var olmasını arzulayanlar, ayeti ‘Hakka şahitlik edenler şefaate malik olurlar’ şeklinde arzularına göre çevirmişlerdir. Oysa ayetin bağlamı müşrik ve Hıristiyanların ilah anlayışlarını düzeltmek ile alakalıdır. Şöyle ki; Yerlerin, göklerin hâkimi Allah'tır. Her şeyin melekûtu /hâkimiyeti O'nundur, dönüş O'nadır ve sizin yaratıcınız da O'dur. Allah'ın otoritesi hiçbir şekilde bölünme kabul etmez. Ahirette Allah’ın elçisi bunların inanmayan bir toplum olduğuna şahitlik edecektir. Onlar bu gerçeği yakında öğrenecek. [Zuhruf/79-80] Pasaj zaten şöyle başlar; “Hakikatin ne olması gerektiğine inkâr edenler mi karar verecek?” Hiçbir ayet Kuran’ın genel bütünlüğünden koparılamaz, sonra da önündeki, sonundaki ayetlerden koparılmaz. Allah’ın kelamında asla çelişki yoktur. Ayetler birbiriyle vuruşturulamaz. 18 ayet şefaat yok deyip, 8 tanesi var demez. Kuran’da çelişki olduğunu söylemek, ancak Kuran’ın Allah kelamı olmadığını iddia edenlerin yapabileceği bir iftiradır.
8- …O’nun izni olmaksızın hiç kimse şefaatçi olamaz…” Ebu Müslim, Maverdi ve Râzî gibi müfessirler bu ayeti; “yaratma işinde O’nun bir ortağı, destekçisi yoktur.” şeklinde anlamışlardır.[2]Bu ayetteki “şefi’ ” kelimesi; ikinci bir varlık anlamındadır. Buradan hareketle İsfehani gibi alimler ayette Allah’ın gökleri ve yeri altı günde yaratırken, ikinci bir varlığın yardımına ihtiyaç duymadığından, bilakis tüm varlıkların O’nun izni/emri/dilemesiyle varlık bulduğu anlatılmaktadır.[3] [1] Mehmet Durmuş, Kuran’a Göre Şefaat, s.87 [2] Abdülkadir Şener (Komisyon), Yüce Kur’an, Meal, s.207 [3] Mustafa Öztürk, İslamiyat, 2005/4, s.120-1

Saadettin Merdin

Yorum Gönder

 
Top